Bugün korkutan değil, umutlandıran şeyler yazacağım.

Karanlığın en koyu anı, aydınlığa en yakın olduğu zamandır. İşte öyle bir zamanda yaşıyoruz.

Karanlık aydınlığın yokluğudur. Işık gelince karanlık yok olur. Önemli olan bizler kafamızda bilginin ışığını, kalbimizde imanın nurunu, hakikatın aydınlığını taşıyor muyuz?! 

Şeytan ilk insandan bugüne aynı iddiasını, hep aynı şekilde savundu durdu. Sonuç, onun gücü ve hilelerinin keskinliği ile ilgili değil. Sonuç, bizim liyakatimizle ilgili. Biz hep liderlere, örgütlere güveniyoruz. Şeyhlere, komutanlara güveniyoruz. Söylüyorum size, babanız peygamber olsa gelse, siz kurtuluşu hak’eden bir topluluk değilseniz, sizi kurtaramaz. Peygamberlerin kurtarıcı güçleri yok. Peygamberler kurtuluşa çağırırlar. Göklerin ve kalplerin anahtarı onların ellerinde değil!

Kendinize bakın. Yalnız, çaresiz, güçsüz değilsiniz. Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay, zorlaştırdığınızdan daha zor bir iş yoktur.

Eğer aklınızı kullanmaz, zalimlerin, haksızlıkların karşısında susanlardan olursanız, ateş size de dokunur. O zalimleri gün gelir size de musallat eder. Onların eli ile sizleri cezalandırır. Bu da onların başarısı değil, Allah’ın cezasıdır. Eğer Allah’ın ipine tutunur, O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olma yolunda ilerlerseniz, aklınızı kullanır, istişare ve şûradan ayrılmaz, işi ehline verir, haksızlık kimden gelir gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana zalime karşı durursanız, o zaman Allah sizin ellerinizle zalimleri cezalandırır ve mazlumlara yardım eder.

Herkesin bir planı var, Allah’ınsa bir hükmü var. O “ol” der ve o şey olur. O “kadir-i mutlak”dır.

Onun için şunların şu planı, bunların bu hesabı varmış, bütün bunlar, bizim akli anlamda sorumluluklarımızın idrakine varmak için, esbabına tevessül babında işlerdir.

Beni korkutan kendi nefsi zaaflarımızdır. Allah kimseye zulmetmez. Ama O, cahil ve zalim bir topluluğa da yardım edecek değildir. Aksine onların işlerini sarp dağlara sardıracak, üstlerine pislik yağdıracaktır.

 

Unutmayalım ki, Allah’ın ilgisi ve iradesi dışında bir alan yoktur. Şeytan da O’nun iradesi içindedir ve Allah dilerse bukağılı Şeytanlar eli ile onları mabedinin inşasına memur da edebilir. Biz Allah’ın rızasına mı talibiz, Şeytanın rızasına mı!. Şeytan’ın vaadlerinin peşinden mi gidiyoruz, Allah’ın vaad ettiklerinin peşinden mi? Şeytanın gücü ancak bizim zaaflarız ve ihtiraslarımız kadar büyüktür.

Kimden yardım istiyoruz, kimin Norm’larının peşine takılıyoruz, kimin memnun olacağı işler yapıyoruz, kimden korkuyor, kimin yardımından medet umuyoruz ona bakalım.

Kim Allah’ın indinde makamını görmek istiyorsa, Allah’ın kendini neyle meşgul ettiğine baksın. Neyin peşinden koştuğuna, kimlerle birlikte olduğuna baksın.

“Hasbunallahu” diyen bir Müslüman, her gün defalarca “Allahu ekber”, “Sübhanallah”, “Elhamdülillah”, “Mekerallahu” diyen bir Müslüman nasıl kendini güçsüz, yalnız, çaresiz hissedebilir!

Düşünsenize, siz O’na doğru yürüyerek gittiğinizde, O, size koşarak gelecektir. Bildiğinizle amel ettiğinizde O, size bilmediğinizi öğretecektir. O’nun yardım eli sizin ellerinizi üzerinde olduktan sonra sizi kim yenebilir. Kader, rızık ve ecel O’nun elinde değil mi!

 

Onların planları ve çabaları, sadece kendilerine zarar verir, bir de onların peşinden gidenlere. Onların dostlarına. Şeytan insanın dostu değil, düşmanıdır.

Bunların öfkeleri ağızlarından taşıyor. Geç kaldılar ve acele ediyorlar. Kendi aralarında ihtilafa düştüler. Liderlik, yöntem ve nihai hedefler konusunda anlaşamıyorlar. Bu süreçte insanlar bazı gerçeklerin farkına varmaya başladılar. Bizim içimizde, onların yalanlarına kanıp, para, makam peşinde koşarken sapıtanlar da var, onların içinde akıl ve vicdan sahipleri bazı gerçeklerin farkına varıp seslerini yükseltmeye başladılar. Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır. Her geceden sonra bir aydınlık sabah vardır ve sonra yine gece olacaktır. Allah bu şekilde bizleri, mallarımız, canlarımız ve sevdiklerimizle, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir.

Dikkat edelim, haksızlıklar karşısında susar, dünya menfaatleri uğruna yoldan saparsak, o zaman içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden o helak bizi de vurur.

Bu fitneden kurtulmak için iman edenler olarak, dinimizi Allah’a has kılarak, risaletin rehberliğinde saflarımızı sıklaştırmamız gerekiyoruz. Biz Müslümanlardanız ve Müslümanlar kardeştir. Biz Müslümanız, Alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Müslümancı değiliz. Aynı zamanda erdemli insanlar ve mazlumlarla müttefik olmalıyız. Onlar müellefetül gulub taifesidir. Allah’ın yardımı o zaman bizimle olur. Düşmanlarımızı azaltıp, dostlarımızı artırmamız gerekiyor. Onun için başkalarının temel haklarına yönelik, açık ve yakın bir tehlike oluşturmayan ve değer üreten herkesle, nimet-külfet dengesine dayalı ittifaklar gerçekleştirmeliyiz.

Sözün özü şu: İman ettik demekle, yakamız bırakılıvermeyecek. Din büyüklerimizi, liderlerimizi “İlah ve Rab edinmeyerek”, hatta iman ettiğimiz konuları kitabla ve risaletin rehberliğinde tashih etmemiz, yeniden iman etmemiz gerekiyor.

 

Eğer gerçekten iman ediyorsak, “mahzun olmayacağımızı” bilmemiz gerek. O zaman ne gam!

Kendinizi kurtarmak istiyorsanız, Allah’ın ipinden tutunun ve insanları kurtuluşa, Allah’ın ipine, Allah’a, resulüne ve kitaba çağırın. Hayyeales-Salâh-Hayyealel-Felâh! Bu davetin sahipleri ve bu davete icabed edenler, eğer davetin mahiyeti hakkında ve bu davetin nefislerine yüklediği zamana ve mekana şahidlik ile birlikte bu anlamda sorumluluklarının farkında iseler, zafer o iman sahiplerinindir ve zafer yakındır. “Kim bilir belki yarın, belki yarından da yakın”! 

 

Selâm ve dua ile.

Okumaya devam edin
Yorumlar (0)