Yine, yeni yılın ilk yarısında bir kabine değişikliği söylentisi çıktı. Bu kaçıncı söylenti bilmiyorum.

Bu arada arkası arkasına, yeni krizlere yol açacak yasalar geçiyor meclisten. İstanbul Sözleşmesinden ders almamışız anlaşılan. Yeni yasa, o “dünya 5’ten büyüktür” diye eleştirdiğimiz BMGK’nın “büyüklüğü”nü garanti altına alan bir yasa. Hem STK’ları vuruyor, hem yabancı ülkelerdeki yurttaşlarımızı. Hatta yönetim için de ciddi bir tehdit. Ama sonuç ortada. 

Evet, başlıktaki cümle “ironi” değil, gerçekten  böyle düşünmeye başlayacak insanlar, bundan endişe ediyorum.

Evet bütün partiler için söylüyorum, siyasette kan kaybı devam ediyor, kas erimesi, kemik erimesi aynen devam. Kan değerleri düşük, tansiyon yüksek, obez, hantal bir yapı var. Seçimden sonra AK Parti, CHP, MHP, hemen hepsi “mesajı aldık” dediler, alınan bir mesaj yok! “Değişim sözü” verdiler, onun da karşılığı yok! Aile, gençlik, adalet, yolsuzluk, rüşvet, torpil, ehliyet ve liyakat konusunda toplumda giderek artan bir endişe hali hakim.

Sayısal değerler lehte de aleyhte de manipüle ediliyor. O  üyelerin çoğu size oy vermeyecek bilesiniz. Köprünün altından çok sular aktı. 

Kadroda bir değişiklik yok. Söylemde de yok, eylemde de. Zaten birtakım sloganik sözler tekrarlana tekrarlana çürük sakıza döndü. Yeni oluşumlar da eskilerin kötü bir kopyası.

Memleket siyaset, STK, Akademya, Media da tam bir “Kahtı rical / Adam yokluğu” dönemi yaşıyor. Eskilerin artıklarını boyayıp yeniden piyasaya sürüyorlar. Aslında yeni bir durum yok. Oysa tam ve köklü bir değişim olmadan işimiz zor.

Madem, iktidarı muhalefeti hepsi ABD, AB ve İsrail’in gözünün içine bakıyor ve oradan medet umuyor, oradan gelecek işaret ve kurulacak ilişkilere göre tavır belirliyor, o zaman biz niye bugün adını FETÖ koyduğumuz, dün canciğer olduğumuz FETÖ’ye ya da ana muhalefet kanadının aynı şekilde sahiplendiği BÇG’ye karşı çıktık ki.

Bize iki seçenek sunulmuştu. Biri Tek Parti dönemi seçeneği, öteki çok partili dönem seçeneği. Biz “küçük Amerika”yız ya, memlekette de demokrasi var, tek parti yöntemi mi olsun, çok partili dönem yöntemi mi?! Sonra, devletçi de olmuyor, liberal de olmuyor, “karma ekonomi” gibi bir ucube çıktı.

 

Aslında 2020’ye ertelenen Vestfalya’daki ulusal ve uluslararası düzenin, 1. Dünya savaşı ve 2. Dünya savaşı sonrası şekillendirilmesine yönelik yapılar, 1980’den itibaren eskidi. 1991’de SSCB’nin dağılması ile yeni bir süreç başladı. Artık tehlikenin rengi “Yeşil”di. İşte tam bu noktada bir ihtilaf yaşandı. İslam’a karşı “havuç mu, sopa mı”! 

BÇG dindarları sopa ile yola getirmek isteyen şahinlerin projesi idi, güvercinler bizi havuçla, daha kolay yola getireceklerini düşünüyorlardı. Para ve iktidarın dönüştürücü gücü dindarları da dönüştürebilirdi. Fuller bu görüşte idi. Brezinsky güç ve sopadan yana idi. 

Sonunda “Karma siyaset” denendi, Ilımlı İslam’a karşı havuç, radikal İslam’a karşı sopa. Birileri birilerini sopa ile yola getirecekti. Onları koyun sürü gibi görüyorlardı. Aralarına kuzu postuna bürünmüş kurt salıp, ellerindeki sopalarla onları Amerikan mezbahasına götüreceklerdi. Ötekiler ise, ellerine bir tutam yeşil ot alıp, “Allah, lillah, bismillah” diye yine aynı mezbahaneye götüreceklerdi. Yoktu aslında birbirlerinden pek farkları, tek farkları adları idi. 

Sonunda tepedekiler de taşeronlar da kendi aralarında, liderlik, yöntem ve nihai hedef konusunda anlaşamadılar. 2000’de başlayacak olan “Great reset” 2020’ye ertelendi. BOP vs. bu sürece hazırlık içindi. Ve bugünlere geldi. Bu ertelemeler sonunda eski plan, senaryolar deşifre oldu. Kendi aralarında ihtilaflar yaşandı. Yoksa yeni dünya düzenine giden yolda ilk arayışlar 1980’de başladı. “Tarihin sonu”, “Medeniyetler arası çatışma” o dönemin senaryoları içinde farklı bir anlam ve değer kazanıyor.

Eric Arthur Blair, nam-ı diğer George Orwell  20. yüzyıl İngiliz edebiyatının önde gelen kalemleri arasındadır. Benim doğduğum yıl, yani 1949 yılında Bin Dokuz Yüz Seksen Dört adlı romanını yayınladı ve bu romanda ürettiği Big Brother kavramı ile aslında 2. Dünya savaşı sonrası oluşturulmaya çalışılan yeni dünya düzenine ilişkin önemli ipuçları verdi. Kehanet ve komplo arası bir yere oturtuldu bu mesaj. 1980’de başlayan yeni süreç, Berlin duvarının yıkılması ile farklı bir noktaya evrildi. 1961’de yapılan duvar 1991’de yıkıldı. Sovyet askerleri, 15 Şubat 1989’da Afganistan’dan çekilme sürecini tamamlamıştı. NATO için tehlikenin rengi artık kırmızı değil yeşildi. 2003’te ABD, Ortadoğu’daki 22 ülkenin sınır, rejim ve iktidar yapılarında değişikliğe gidilmesi gerektiği tezi üzerinde çalışıyordu. Daha sonra Hollanda merkezli “Silk Road enstitüsü” de bu yönde birçok araştırma yaptı. O senaryolar arasında Türkiye de vardı. BÇG de FETÖ de bu senaryoların bir parçası idi aslında. Çekiç Güç ya da BOP da farklı projeler değildi, birçok darbe senaryosunda olduğu gibi.

 

Evet bugün artık bu sürecin sonuna geldik. 2021 ile başlayan süreç 2025’te tamamlanacak. Tabii bu onların senaryosu. Bu süreçte neler olacağını hep birlikte göreceğiz.

FETÖ de gelse, BÇG de gelse; IMF, FED, LIBOR, DSÖ, FDA diyeceklerdi. Onlar da kendi adamlarını göreve getirecekler ve kendi çevrelerine kamu kaynaklarını aktaracaklardı. FETÖ zihniyeti değişmiyor aslında. Her zaman bir kesim zengin oluyor. 28 Şubat sonrası bazı askerler ya da Ulusalcı Kemalistler malı götürmedi mi!. Onlar çok yedi, biraz da biz yiyelim mantığı ile bir yere varamayız ki.

Birileri yapmaz yer, birileri yapar yer, birileri yapar yemez. Bu 3’üncüsü yok denecek kadar az. Odasında koltuğunun arkasına “Rüşvet alana da verene de lanet olsun” yazıp, daha sonra tabelayı değiştiremeyince odasını değiştirenleri de gördük! 

Şeytan sizi Allah’la ya da toplum nazarında itibar gören şeylerle kandırmasın. 

Darbeleri her Demokrasi ve Atatürkçülük maskesiyle yapmadılar mı!  

 

Şeytan’ın sağcısına, solcusuna, milliyetçisine, liberaline söyleyecek o kadar çok yalanı var ki! 

Okumaya devam edin
Yorumlar (0)