Nerede kalmıştık. Buyurun bir yandan aya gidiyoruz, bir yandan yeniden anayasa tartışmalarına geri dönüyoruz. “İstanbul sözleşmesi” şimdilik beklesin! Zaten CoVID var! 

Anayasa tartışmaları tam da en can alıcı noktasından başladı: Şeriat, laiklik ve egemenlik.

Yeni anayasa”nın adı “sivil anayasa” olacak. Peki sivil anayasa olur mu? Önce “sivil” demek, “siyasal olmamak” demek. Yani “sivil toplum”, “siyasal toplum”un karşısında denge oluşturmak için düşünülmüş bir çözüm. “Sivil” ya da “siyasal” olmak tek başına çok da matah bir şey değil. “Sivil” de “siyasal” da iyi de olabilir, kötü de. Bu tanımlar siyaset tekniği açısından önem atfedilen fonksiyonları ifade ediyor ama bugünkü şekli ile “sivil” diye bir kimlik ya da örgütlenme kamil anlamda mevcut değil. Zaten birilerinin aklına göre, sivil “asker olmayan” demek. Hiçbir parti, ya da resmi kurum, ya da herkesin üye olmak zorunda olduğu, faaliyet alanı ve çerçevesi yasa ile belirlenen, kamu kaynaklarını kullanan kurum sivil değildir. Bu anlamda memur sendikaları ve meslek odaları sivil örgütler değil, bunlar “Demokratik kitle örgütleri”dir. 

STK’lar, sermaye ve media, akademi, siyasetin arka bahçesine döndü. Bu durum bütün partiler için sözkonusu, istisnası yok. İktidarsanız, zaten STK’yı siyasete sıçramak için basamak ya da tramplen tahtası olarak kullanmak isteyenler çağırmadan geliyorlar. Bir yandan da siyaset kucağını açmış STK’ları, mediayı, sermayeyi kucağına çağırıyor. Yani STK ve siyaset arasında da “Toplumsal cinsiyet” örneğinde olduğu gibi “Trans” bir yaklaşım var. Bu durum başında beri böyleydi. Halkevleri, Türkocakları bunun için kurulmadı mı! ÇYDD ya da ADD nasıl ortaya çıktı. Sol-sosyalist partilerin hepsi de aynı. İstisnası yok. HDP’nin silahlı grubu da yok! Bir de FETÖ örneği var tabii, ABD’nin Truva atı olarak. Hablemitoğlu cinayetini araştırın, bakın bakalım, birçok derneğin, vakfın arkasında kimler var!

Anayasa en temel siyasi bir belgedir. Ve bu halk, bu topraklarda, “Kars İslam Cumhuriyeti” dışında hiç anayasa yapmadı. 20 Ocak 1921‘deki Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, Osmanlı Meclis-i Mebusanının devamı olarak Ankara’da toplanan meclis tarafından yapılan bir kurucu irade beyanıdır. Bu beyan belgesi Türkiye’nin ilk anayasası olarak kabul edilir.. Bu belgeyi kabul eden Meclisin yapısı,  kabul için oy oranı ve maddeler esasen bir anayasanın kapsayıcı çerçevesini tam olarak oluşturmamakla birlikte, milli iradenin temsili açısından önemlidir.

Zaten ondan sonra olanları biliyorsunuz. Tek adam rejimi, resmi ideolojinin diktası, tek parti, adaylar tek kişi tarafından belirleniyor, seçmen de tek partinin üyesi. Vali, belediye başkanı, il başkanı aynı kişi. Oylama açık oy gizli tasnifle yapılıyor. Muhalefet hıyaneti vataniye bahanesi ile cezalandırılıyor. Yargılama Meclis adına. Yasaya tabi değil, verilen karar yasa kabul ediliyor. Genellikle savcı yok, savunma yok, temyiz yok.

Daha sonra yapılan anayasaların üzerinde darbeci generallerin gölgesi var! Üstüne üstlük, anayasanın başlangıç maddeleri tek parti programından aktarma ve bu anlamda bazı yasaların değiştirilmesini teklif dahi edemezsiniz. Demokrasiymiş, Cumhuriyetmiş, geç! Varsa yoksa laiklik! Birçok kişi, “Demokrasi” ile “Cumhuriyet arasındaki ilişki ve çelişkiyi bile bilmez. Laiklik desen, bunu “Din devlet ayrılığı” zanneder. Laiklik, Teokrasi, Bizantinizm, Sekülarizm arasındaki ilişki ve çelişkiyi de bilmez. Mesela laikliğin Fransa’nın  ve Almanya’nın tamamında geçerli olduğunu zannederler. Oysa Strasbourg’un başkent olduğu Alsace Lauranne ve  Düsseldorf’un başkent olduğu “Kuzey Ren Vestfalya’da laiklik kuralları değil, Kontrad kuralları geçerlidir.

Bizim laikçiler, laikliğin sadece Katolikler için geçerli, varlık ve meşruiyetini İncil’den alan bir kilise kurumu olduğunu da bilmezler. Bilmediklerini de bilmezler. Bizimkilerin laiklik diye zannettikleri aslında Katolikler dışındaki topluluklar için Sekülarizmdir. Ortodokslar Bizantinizmi savunur. Katolizmde, kilise hiyerarşisi dışındaki dindar Katolikler Laic olarak tanımlanır. Fransızca da Laïcité (Laicisme)şeklinde kullanılır. Latince Laicus.  Romada ruhban / din adamlarına “Clerici”, din adamı olmayanlara da “Laici” adı verilir.. Yani laik, papaz, rahib ve rahibe olmayan demektir. “Din ve devlet işlerinin ayrı tutulması” diye bir anlamı yoktur. Ruhani konsül aynı zamanda siyasi bir devlet olduğu için burada din devlet ayrılığı değil, dini ve siyasi devletler arasında, egemenlik temelinde “çatışmama/mütareke, işbirliği ve paylaşım” anlamına gelen bir uzlaşıyı ifade eder. Egemenlik paylaşımı Vestfalya anlaşması ile ulus devletler ve Vatikan arasındaki  kontrata dayandırılır. Dolayısı ile dini anlamda siyasi bir otoriteye bağlılık olmadan, seküler anlamda bir siyasi otoriteye bağlılık laiklik tanımına girmez. Latince bir kelime olan çağ anlamına gelen “saeculum” kelimesinden türetilen Sekülerizm ise  çağdaşlaşma / muasırlaşma, asrilik, dünyevileşme, yercil yatay ilişkiler yani siyasi ve dini egemen otorite ile insanın temsili kurumlarla özgür irade ile tercihte bulunma hakkına saygıyı ifade eder.   

Öyle anlaşılıyor ki, biz bugün yeni anayasayı tartışırken, şeriatı da Hilafeti de Diyaneti de, resmi ideolojiyi de, anayasanın başlangıç maddelerini de yeniden tartışacağız. Eğer bağımsız bir devlet olmayı da tartışacaksak, oldu olacak İstiklal Marşını da tartışalım gitsin. Sakın bu milletin, bu toprağın ve tarihin bu millete yüklediği alameti farikaları yok sayarak, her şeyi, Türkiye’nin uluslararası sistemin peşine ya da AB’ye üyelik namına her istenilen şeye evet diyecekseniz onu da söyleyin bilelim.. Yoksa yeniden Amerikan, İngiliz, Fransız, Alman muhibler cemiyeti günlerine geri mi dönüyoruz! 

 

Ben devlete sadakatımın dinime sadakatımın, beni ben yapan değerlerin, teminatı olduğu, herkesin inandığı gibi yaşadığı, düşündüğünü özgürce ifade edebildiği, bana adalet, barış, hürriyet vaad eden malımı, canımı, namusumu, aklımı, inancımı, neslimi koruyan, haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı, işi ehline ve likayatına göre veren, rüşvet, torpil ve yolsuzluktan uzak, kararların istişare ve şûra ile alındığı, bütün insanlığın hayrına olmayan bir teklifi asla kabul etmeyen, devlet erkanının el emin, yüksek ahlak sahibi kişilerden oluştuğu katılımcı, çoğulcu ve şeffaf bir devlet arıyorum. Selâm ve dua ile.

Okumaya devam edin
Yorumlar (0)